Bugün, havaalanından bindiğimiz tren ile yaklaşık 2 saatlik yolculuğun ardından Helsingør’a ulaştık. Burası Kopenhag’ın bulunduğu Zelanda adasının en kuzeydoğusunda ve İsveç şehri Helsinborg’un tam karşısında bulunan bir liman kenti.
Tren istasyonundan çıktıktan sonra eski kentin sokaklarından geçerek ilk durağımız olan Øresund Akvaryumu’na gittik. Akvaryum fazlasıyla küçüktü, her mekan için bu tabiri kullansam da şu şekilde bir açıklama yapabilirim: Akvaryumun girişinden içeriyi tamamen görebiliyorsunuz ve mekan 150 metrekare bile değil. İçeride denizyıldızı, deniz anemonu, ufak bir yengeç ve bir kalkan balığı ile birkaç balığa dokunabileceğiniz 3 adet su tankı bulunuyordu. Meraklılar için güzel bir deneyim sunuyor bu yönüyle. Onun dışında 1 tane büyük su tankı ve çevresinde 5 adet akvaryumun bulunduğu bir odadan başka görülecek bir akvaryum yok içeride. Ancak Kopenhag Kart ile ücretsiz bir şekilde girildiği için akvaryumu gezdik.
Akvaryumun ardından Øresund Street Food adında büyük bir hangara yapılmış bir fuar alanı dikkatimizi çekti ve oraya gittik. İçerisi bayağı büyüktü ve dünyadan sokak lezzetlerinin satıldığı birçok tezgah bulunuyordu. İngiltere’den fish and chips alıp hemen bitişiğindeki eski mobilyalar ile tasarlanmış yemek salonuna geçip yemeklerimizi yedik. Kopenhag’da şimdiye kadar en beğendiğim mekan burası oldu. Hem tasarım anlamında hem de işlevsellik ve amaca hizmet etmesi açısından güzeldi.
Yemekten sonra fuarın hemen yanındaki halk kütüphanesinin içerisinden liman tarafına geçtik. Ardından eski bir tershaneden dönüştürülmüş Danimarka Denizcilik Müzesi’nin yanından yürüyerek Kronborg Kalesi’ne vardık.
Burası 15. yüzyılda ilk inşasının ardından 17. yüzyılda çıkan yangında büyük oranda tahrip olduktan sonra tekrar inşa edilmiş bir kale.
Kalenin çevresindeki ilk hendek köprüsünü geçtikten sonra kalenin çevresindeki yoldan denizin kenarında yaklaşık 2 kilometrelik bir yürüyüş gerçekleştirdik. İstanbul’da Fatih’ten Zeytinburnu’na yürümek gibi bir deneyimdi. Bu yürüyüş sırasında yine denize girme fırsatım oldu, yine soğuktu ancak güzeldi.
Kalenin bir diğer özelliği ise William Shakespeare’in ünlü eseri Hamlet’in bu kalede geçtiği söylenir. Amcasının babasını öldürüp annesiyle evlenmesi ve kral olarak babasının yerine geçmesinin üzerine Hamlet’in deli taklidi yapmasını ve intikam arayışını anlatan bir aşk ve dram hikayesidir Hamlet. Kalenin içerisinde oyuncular belirli saatlerde Hamlet’ten birkaç bölümü kalede aktif olarak hareket ederek canlandırmaktaydı. Eğlenceli gösteriyi izleyip kalenin içerisindeki müzeyi gezdikten sonra kaleden çıkmadan 145 basamaklı merdivene tırmanıp kaledeki topçu kulesine çıktım. Kalenin içerisinde müze klasik müzelerden farklı olarak sanki kalede yaşıyormuşsunuz gibi etkileşimli bir şekilde tasarlanmış bu yönünü beğendim.
Ardından geldiğimiz trenle otelimize geri döndük.