Bugün sabah 8 buçuk gibi meşhur kocaman kaplumbağaların olduğu Hapishane Adası için yola çıktık. Gittiğimiz zaman orası da kum adasında olduğu gibi tapulu adamız gibiydi ama gittikçe dolmaya başladı yine. İskele.jpg

Buraya iskeleyi yeni yapmışlar. Tanzanya hükümeti buraya el koyduğundan beri de ücretler uygulanmaya başlanmış. Önceden hiçbir şey yapmadan kaplumbağaların olduğu tarafa girilebiliyormuş. Anladığım kadarıyla Tanzanya, Zanzibar’da işgalci gibi bir konumda. Bunu en çok eskiden açık kıyafetle girmek yasak olan yerde şimdi “peçeyle girilemez” işareti olmasıyla anlayabiliyoruz. Müslümanlık oranı yarı yarıya olan Tanzanya’nın Hristiyanları buraya geldikçe adadaki yaşayışı değiştirmeye çalışıyorlar. Tekneler Gelmeye Başladıktan Sonra.jpg

Hapishane Adası yıllar yıllar önce sultanların hediye ettiği kaplumbağaların buraya yerleştirilmesiyle onların meskeni haline gelmiş. Kaplumbağaların üzerinde yaşları yazıyor. 150 küsür yaşında olanlar vardı. Kaplumbağalar.jpg

Kaplumbağaları beslemek de ücretli yapılmış ama Allah’ın adasında Allah’ın kaplumbağasını Allah’ın maruluyla beslemenin dolarlar gerektirmesi çok saçma olduğu için “Neden kaplumbağaya yaprak yedirme pozumuz eksik olsun?” diyerek ben de birine marul yedirken kameraya çektirdim. Tavus Kuşu.jpg

Burası birçoğumuz için yıllar önce istemiş olduğumuz şeylerin gözümüzün önünde gerçekleştiği bir yer oldu. Ben hem buraya birkaç yıldır gelmek istiyordum, çocukken ettiğim kanatları açık bir tavus kuşu görme duası da burada kabul olmuş oldu.

Zamanında köleler kaçamasınlar diye bu adaya getirildiği için ada Hapishane Adası (Prison Island) olarak anılıyor. Şimdi bu mahzenler müze, Tanzanit taşı dükkanı, bar gibi amaçlarla kullanılıyor. Hapishane.jpg

Başta iskelenin doğal ortamı bozduğunu düşünmüştük ama iskeleden direkt denize girmek çok keyifliydi. Merdivenlerde bir sürü deniz kabuğu, değişik renklerde yengeçler, çizgili sarı balıklar gibi çok güzel görüntülere şahit olduk. Ve burası tepemizdeki gür ağaçların varlığıyla da bambaşka bir deneyim yaşattı bize.

Burada kötü olan şeyse sürekli teknelerin gelip gitmesinden dolayı hava kirliliğinin turkuaz renkli bir okyanus suyunda değil de petrol kuyusunda yüzüyor gibi hissetirmesiydi. Ayrıca az kalsın bir tekne kafamı eziyordu. İskele Manzarası.jpg

Burada yüzenlerin sadece biz olması garip gelmişti ama insanlar buraya genelde 1 saatliğine geldiği için kaplumbağaları görüp gidiyorlarmış. Bizi gezdirenler ilk defa 2 saatlik getirdiklerini ve bizim çok nasipli olduğumuzu söylediler.

Antalya’da gördüğü tüm renkli taşları ve deniz kabuklarını toplama potansiyeli olan ben burada pek öyle takılmadım ama çok güzel mercanlar, deniz kabukları toplayanlar oldu. Çok Fazla Tekne Geldikten Sonra.jpg

Günün ilerleyen saatlerinde Darajani’de gezintiye çıktık. Bir Meyve Tezgahı.jpg

Çarşıda ana yola yakın meyve-sebzeciler, baharatçılar ve balık pazarı var. İçerilere doğru gittikçe butikler, sepetçiler, hediyelik eşyacılar, tablocular çeşitlenmeye başlıyor. Medreseler ve mescitler de genelde iç taraflarda.

Balık pazarının yakınında ahtapot kurusu görmüştük o çok ilginç geldi. Ahtapot Kurusu.jpg

Dubai’den gelen elbiseler burada ikinci el mağazalarında satılıyormuş. Girdiğimiz bir tanesinde kınalık, düğünlük elbiseler de vardı. Çoğunlukla da fiyatları fazla uygundu.

Burada bizim için en olumsuz yönlerden biri de cami ve mescitlerin çoğunda kadınlar bölümünün olmamasıydı. Namazı kıyafet dükkanının zeminine elbise serip kılmamız gerekti bir keresinde.

Alışveriş yaptığımız dükkanların birinde annem ahşap bardak alırken dükkan sahibine “Bu bulaşık makinesinde yıkanıyor mu?” diye sormuş. O da “Bilemem çünkü benim bulaşık makinem yok.” demiş. Afrika’dayken bizim için çok normal olan şeylerin aslında ne kadar büyük nimetler olduğunu fark ediyoruz.

Bu sefer akşam yemeği için Türk restoranına gittik. Sahibi de bizi güzel karşıladı. Türk restoranı olduğu için etli yemekler almıştık ama buranın etlerinde garip bir tat var, o bizi pek mutlu etmedi. Mango & çarkıfelek suyu Suriye restoranındakinden daha güzeldi. Restoranın dizaynı da bizi bir anlığına bizi evimizde gibi hissettirmişti. Türk Restoranının İçi.jpg

Bu arada, çarkıfelek meyvesini birkaç gün sonra bekledikten sonra büzüşmüş olarak tekrar yediğimizde önceki kadar ekşi olmadığını fark ettik. İyi olgunlaşmışını yemenizi tavsiye ederim. Hatta ben “Hayatta kimseye vermediğim kadar ikinci şansı şu meyveye verdim.” gibi bir cümle kurdum. Yine de şu meyvenin neyine bu kadar bayılıyorlar anlamıyorum.