Güney yarım küreden herkese selamlar. Dün gün boyu süren 21 saatlik yolculuk sonrasında uzun zamandır gelmek istediğim Zanzibar’a vardık.

Burası Tanzanya’ya bağlı bir ada şehri. Bir zamanlar Umman’ın burayı fethetmesi ile aradaki upuzun mesafeye rağmen burası Umman’ın başkenti olmuş. Gece gezerken o zamandan kalan binaları gördük biraz. Bu özelliğinin en büyük sonucu ise adanın %98’inin Müslüman olmasıymış.

Dün akşam Stone Town’ın yakınlarında, sahil kenarındaki sokak lezzetleri standlarını gezdik. Etten, tavuktan deniz mahsullerine kadar değişik yemekler, tropikal meyveler, şeker kamışı, waffle benzeri muz kızartmalı çikolatalı krep gibi yiyecekler vardı. Fas yazımı okuyanlar hatırlarlar, ben tropikal meyvelere bayılırım. Tezgahları dolaşırken gördüğüm ananas, şoki şoki (rambutan) gibi meyveleri ve ağaçlardaki hindistan cevizlerini görmek beni çok heyecanlandırdı. Hindistan Cevizi.jpg

Burası ekvatoral bölge ama kış olduğu için 23-27 derece, ılık. Ağustosta kış yaşayan Zanzibar’a gelecek olmamız Ankara’nın bu seneki çılgın temmuz sıcaklarında en büyük tesellimizdi.

Bugün Stone Town’u gezeceğiz.

Burası şehir merkezi. Çok güzel otantik kapıları var, Fes ve Marakeş’teki sokaklara benziyor ama onlar kadar güzel olduğunu söyleyemem. Binalar çok daha bakımsız onlara göre.

Özellikle sevdiğimiz şeylerden biri yolda yürürken karşımıza çok güzel ağaçlar (ateş ağacı gibi) ve turuncu, pembe renkli begonvillerin çıkması. Ateş Ağacı ve Diğerleri.jpg

Burada istediğiniz otele girip fotoğraf çekmenize izin veriyorlarmış, beyaz tenli insanlarq bir şey diyemedikleri içinmış aslında. Biz bizi gezdiren arkadaşlarımızın daha önce konakladığı bir otele girdik. Havuzu, aynaları, antika piyanosu ve diğer dekorları hepsi çok güzeldi. Piyanoyu çalmamıza izin veriyorlardı ama ben birçok tuşun boşa bastığını, ses çıkarmadığını fark ettim eski olduğundan kaynaklı. Yine de çok özel bir deneyimdi benim için. Stone Town Otel.jpg

İki tane kiliseye gittik ve bugün pazar olduğu için ayinlerine denk geldik. Afrika kültürüyle karışık çalmalı oynamalı bir ibadet şekilleri var.

Burada kendi tebliğlerini yapan Hristiyanların insanları dinlerine çekme hikayesini duydukça burada daha çok bulunmamız gerektiğini idrak ettik. İnsanların buna ihtiyacı var. Kilise - Ayin.jpg

Ayrıca kiliselerin alt katında veya bahçesinde köle hapishanelerinin varlığı da “medeniyet” denilen şeyin Avrupa’da olduğunu çürüten en büyük delillerden biri, İslamiyet’in ne kadar güven verici olduğunun da bize bir hatırlatıcısı. Kilisenin Alt Katında Kölelerin Hapsedildiği Yer.jpg

Orada bir dondurmacı zincirinin şubesinden mangolu dondurma aldık. Tabii bu son olmayacaktı…

Stone Town’un her yerinde tablolar, sanatçılar, çantacılar, biblocular vesaire dükkanlar var. Bir de buranın Tanzanit taşı varmış, dünyada ilk on değerli taş arasında olduğunu söylediler. Mavi renkli bir taş. Onun da müzesi ve içinde Tanzanit taşlı aksesuar satan dükkanı vardı.

Sokakların arasından Hint Okyanusu kıyısına çıktık. Bugün hava sabah açıktı ama öğleden sonraya doğru kapanmaya başladığı için okyanusu biraz umduğumdan farklı gördüm. Yarın inşallah daha güzelini göreceğiz. Hint Okyanusu.jpg

Hindistan cevizi suyu içtik ve meyvesini yedik ama Türkiye’de marketten aldığımız hindistan cevizlerinden o kadar farklıydı ki… Suyu da farklıydı, meyvesi de jöle gibi bir şeydi. Bu halini pek beğenmedim açıkçası.

Devamında Stone Town’daki pazara yani Darajani’ya gidip meyve tezgahlarının olduğu bölümden garip garip meyveler aldık. Mangosteen diye bir şey var ona bayıldık hepimiz. Ama asıl menşei burası değilmiş, ithal geldiği için de pahalı bir meyve. Jack fruit da fena değildi. Duryani diye bir meyve var durun yani yemeyin. Bana yedirmediler ve çöpe attılar o kadar kötüymüş. Çarkıfelek meyvesini ben Arabistan’da çok merak edip almıştım ama Türkiye’ye kadar getirip süründürüp birkaç tanesini yiyemeyip bırakmıştım. Aslında çok seveni var ama bana aşırı aromatik geliyor ve çekirdeklerini çiğnerken bir garip oluyorum. Buradakiler orada yediklerime göre biraz daha ekşi. Muhtemelen tür farklılığından dolayıdır; daha önce yediğim mordu, bu seferki ise sarı ve daha büyük.

Çiçekleri çok tatlı olan bir ağaç gördük, tiara çiçeğiymiş adı. Sarı beyaz bir çiçek.

Çarşı gezmek, özellikle Afrika çarşılarını gezmek insanı çok yoruyor bunu hissettim. Sabahtan beri dışarıdan gelen kilise müzikleri, insanların sesleri vs. beni çok yıprattı bugün. Tanzanya’da yol şeridi soldan akıyor onu da söylemeden geçmeyelim. İnsan karşıdan karşıya geçerken bile nereye bakacağını bilemiyor, başı dönüyor bazen.