Suvayr
Sabah erken saatte Atlas Okyanusu kıyısındaki, Osmanlı’da Mogador denilen Essaouira yani Türkçe adıyla Suvayr şehrine gitmek için yola çıktık. Yolculuk 3-4 saat sürdü, arada dünyada sadece Fas’ın o bölgesinde yetişen argan ağaçlarını gördük ve meyvelerinden argan yağı elde edilmesini izledik. Meyvenin kabak çekirdeğine benzeyen çekirdeğinin kavrulması, öğütülmesi ve çıkan sıvının yoğurulmasıyla elde ediliyor. Oldukça değerli bir bitkisel yağ.
Essaouira’ya geldiğimizde önce sahile yakın bir yerde durduk. Suyun dibi kum olduğu için belirli bir mesafeye kadar sarı görünüyor, sonra mavileşiyor. Burası eski bir liman kenti, sonradan turistik bir mekana dönüşmüş. Şehir meydanı ve medina bölgesi için kısaca Fas’ın Bodrum’u diyebiliriz. Mavi-beyaz renkli sokaklar, kapılar, dükkanlar çok güzeldi. Kapıların maviye boyanmasının sebebi akrep girmemesi içinmiş. Çünkü akrepler maviyi ateş renginde görürlermiş.
Sokaklarda dolaştıktan sonra Portekiz’in Akdeniz’e hakim olan Osmanlı’dan korktuğu için yaptığı kaleyi görmek için yukarı çıktık. Kalede topların bulunduğu yerin zemini boştu. Atılan bir toptan on top gibi ses çıkması için öyle yapılmış. Üstünde zıpladık. Bu kalenin bulunduğu yerde Game of Thrones’un da bir sahnesi varmış. Taş duvarlar, okyanus, kayalıklar… Tabii deniz gören masum Ankaralı modundan sonra okyanus gören masum Ankaralı moduna geçtiğimiz de doğrudur.
Buranın insanları da çok rahat. Verdiğiniz bir sipariş uzun süre sonra gelebiliyor. Yemek için yaklaşık 2-2,5 saatlik bir vaktimiz vardı. Yemeği terasta yediğimiz için kalan kılçıkları kemirmeye gelen martının tabaklarımıza konması olası bir durumdu. İlk defa o kadar yakından bu kadar büyük bir martı gördüm. Yemekten sonra kaleye tekrar gittik. Birkaç fotoğraftan sonra tropikal meyve almak için dükkanların olduğu bölgeye döndük. Kardeşime Galatasaray’da oynayan Faslı bir oyuncunun milli takım formasını aldık(hatıra). Meyve pazarında sadece avokado ve mango vardı, mango aldık (papaya bulamamak beni üzdü).
Toplanma zamanına az kala “Okyanusa da ayağımızı sokmadık demeyiz” diyerek kumsala gittik. Okyanus kıyısında rüzgar çok fazla oluyor. Aynı anda hem terliklerinizi hem elinizdeki kıyafet poşetini hem eteğinizi hem de video çekmeye çalıştığınız telefonunuzu tutmak zorunda kalabiliyorsunuz.
Marakeş’e döndük. Bir iki saatlik dinlenme ve akşam yemeğinden sonra oranın yerel halkından olan Berberilerin geleneksel düğün canlandırması olan Chez Ali Şov’a gittik. Burada düğünler kırsal kesimde 7 gün 7 gece; şehirde 2 gün 2 gece, aile varlıklıysa 3 gün 3 gece yapılıyormuş. Chez Ali, Ali’nin evi demek. Mekan, Binbir Gece Masalları’nı anımsatan değişik bir konsept. Örneğin iki binanın arasına ip gerilmiş, uçan halıyla birlikte hareket eden iki kişiyi başta gerçek zannettim. “Açıl susam açıl” repliğiyle bildiğimiz mağara da vardı. Şatolar, çadırlar, fenerler, palmiyeler arasında at gösterilerini izledik. Kapanış havai fişek gösterisiyle yapıldı.