Sabiha Gökçen Havalimanı, Uçuş Gecesi
Yolculuğumuzu anlatmaya buradan başlıyorum. Normalde Ankara’da yaşıyorum ama uçağımız olduğu için Ramazan bitmeden bir iki cami gezelim, hem İstanbul da bayram öncesi boş olur diyerek İstanbul’a iki gün önceden arabayla geldik. Uçağımız gece 12’den sonraydı. Fırsatımız belki olur belki olmaz diyerek babaannemi, anneannemi vs. uçağı beklerken bayramlaşmak için aradık. Daha önceden bize gelen bilgiye göre Fas’ta hilal görülemediği için Ramazan’a bizden 1-2 gün geç başlamışlar, bayramın da öyle olması bekleniyordu (hatta sırf o yüzden gitmekten vazgeçmeyi düşünmüştük). Rehberimizin “Fas’ta hilal görülmüş. Yarın bayram.” demesiyle hepimizin modu yükselmiştir eminim. Ve 3.800 kilometreye uzanan bir yolculuğa çıktık. Uçuş 5 saat civarında sürdü. Şu detayı atlayamayacağım, son 45 dakika falan yıldızları izlemekle (o kadar seviyorum ki uykumdan bile taviz verdim) ve Cebelitarık Boğazı’nı yakalamaya çalışmakla geçti. Kazablanka’ya indikten sonra havaalanındayken coğrafya hocamıza bayram tebriğiyle birlikte çektiğim fotoğrafın Cebelitarık’tan olup olmadığını sordum. Çok büyük ihtimalle öyledir. İndiğimizde yerel saat 2 civarıydı (Ramazan dolayısıyla Türkiye ile saat farkı 3). Marakeş’e geçmek için otobüsümüze bindik.
Marakeş
Çölün ortasında gün doğumu manzarasına uyandım (harikaydı). Sabah namazına durduktan kısa bir süre sonra kahvaltı için gideceğimiz yere vardık. Fas kraliyet şehirlerinin hepsinin kendine özgü bir rengi var. Bunu en belirgin Marakeş’teki terra-rossa toprağına benzeyen kırmızı renkli evlerde gördük. Bu özellik bir süre sonra şehirde bunalmamızın en önemli sebebiydi bence. Birkaç saatlik dinlenme molasından sonra Koutoubia Camii’ne öğle namazı için gittik. Fas’ta camiler sadece namaz vakitlerinde açık oluyor. Onun dışında camiye giremiyorsunuz. Ayrıca gayrimüslimler de camilere alınmıyor. Tabii bunun bir istisnası var. İlerleyen günlerde oradan da bahsedeceğim. *Koutoubia denmesinin sebebi bir kısmının kütüphane olması.
Koutoubia’dan sonra Marakeş’in medina bölgesine; yani yaşamın, hareketin, zanaatkarların, dükkanların bulunduğu bölgeye geçtik. Fas’ın genel olarak kapıları çok güzel, kaç tane kapı fotoğrafı çektim bilmiyorum. Tabii bayramın ilk günü olması sebebiyle birçok mekan da kapalıydı -kapalı kapı görmek daha mümkündü-. Ben tropikal meyveleri sevdiğim ve buraya karışık meyve suyu hevesiyle geldiğim için gözüm meydanın tam ortasındaki tezgahlardan başkasını görmedi. Meyve sularımızı içtik ve dondurmalarımızı yedik. Ardından Majorelle Bahçesi’ne geçtik. Orada 1 saat zamanımız vardı. Canlı renklerde; sarı, turuncu ve maviye (bu maviye Fas’ta Majorelle mavisi deniyor, bizde çivit mavisi) boyanmış vazolar, köprüler, süs havuzları ve fotoğraf çekinmek için harika başka bölümler gördük. Böyle yeşil bir bahçe Afrika için bulunmaz bir nimet olmalı. Dünyanın farklı yerlerinden getirilen ağaç ve bitki örnekleriyle dolu. Uzun bir süremiz olmasına rağmen sıcağa dayanamayıp kendimizi bir banka attık.
Majorelle Bahçesi gezimiz bittikten sonra kaktüs çekirdeği yağı, argan yağı, safran gibi bölgenin bitkisel ürünlerini tanıtan bir mağazaya gittik. Hava kararmaya başlayınca Jama El Fna meydanının akşam atmosferini; müzisyenleri, oyunları ve maymun oynatıcılarını görmek için Medina bölgesine tekrar geçtik. Toplanma zamanına yaklaşık yarım saat kala kişi başı 100 dirhem olan at arabası gezisini yaptığımız pazarlıkla (ve adamın yoğun ısrarıyla) 30 dirheme düşürerek şehrin görünmeyen yüzlerini de içeren 25 dakikalık bir Marakeş turu yaptık. 27 saatlik günün yorgunluğuyla otelimize geçtik.