Bugün son günümüz. Otelimizden çıkış yaptıktan sonra İgman Dağı’nın eteklerindeki Vrelo Bosne’ye gittik. Burası muhteşem bir doğa harikası. Gezi için en heyecanla beklediğim yerlerden bir tanesiydi. İlk işim gidip önceden kardeşimle fotoğraf çekindiğim ağacı bulmak oldu zaten. Kocaman bir ağaçlık alan, ortada dere akıyor. Eylülde olmamıza rağmen hâlâ yeşillikti, lakin bazı yerlerine sonbahar gelmeye başlamış doğal olarak.

Bataklık.jpg

Biz geçen sefer geldiğimizde temmuzun ortasıydı, daha yeşillikti. Bir de bu sene çok az yağmur yağmış kuraklık varmış, suyun çekildiğini biz de fark ettik. Burası milli park gibi işliyor. Girişi de ücretli. Saraybosna’ya gelirseniz buraya uğramadan ayrılmayın.

Vrelo Bosne’den sonra 90’lardaki Srebrenitsa soykırımının önemli bir kilometre taşı olan Umut Tüneli’ne gittik. Havaalanı o dönemde BM’nin kontrolünde olduğu için merkezdeki Müslümanlara herhangi bir yardım ulaşamıyor. İki taraftan gizli bir tünel kazmaya başlıyorlar. 4 yıl 4 gün sürüyor tünelin kazılması. Tam ortada buluşabilmesi ise şüphesiz Allah’ın takdiri.

Bir yer.jpg

Tünelin başlangıcı olan evin üzerinde hâlâ mermi izleri duruyor. Saraybosna’daki birçok binada da görebiliyorsunuz izleri. Maalesef tüneli dünyaya ifşa eden şey Türklerin yaptığı bir gazete haberi olmuş. Ama yine de tüneli ne kadar bombalasalar da yıkamamışlar.

Harita.jpg

Soykırımla alakalı bir video izledik ve Saraybosna’nın işgal haritasını gördük. Günde ortalama 330 havan topu bombası düşmüş 4 yıl boyunca. Şimdi Gazze’de gördüğümüzü o kadar yıl Bosna’da yaşamışlar. Umulur ki bir gün Gazze’yi de yenilenmiş bir şekilde güvenle ziyaret etmemiz nasip olur.

Tünelin havaalanından geçmesinden dolayı çöküşleri engellemek için sonradan altı doldurulmuş. Ziyaretçilerin görmesi için de küçük bir kısmı açık. Küçük bir tünel daha inşa etmişler sonradan (gezmemiz için). Tüm şehitlerin isminin yazdığı bir tablo vardı. Etkileyiciydi.

Tünel.jpg

Aliya İzzetbegoviç’in sağ kollarından biri olan eski bir asker bize yaşadıklarını anlattı. Kitabı da varmış aldık imzalattık.

Tünelin çıktığı ev müze olarak kullanılıyor. İçinde fotoğraflar, o zaman kullanılan eşyalar falan var. Tünel müzesinin tamamının da girişi ücretli ve euro geçmiyor. Mark’sız gelmeyin.

Saraybosna’ya savaştan sonra tramvaylar Konya’dan gelmiş. Biz binmiştik o zaman, Türkçe silik yazılar falan vardı. Şimdi Konya Belediyesinin de yardımıyla bazı tramvaylar yenilenmiş.

Başçarşı’nın yakınındaki kütüphanede inerek gezimize başladık. Önce İnat Evi’ni gördük. Avusturya Macaristan devleti burada bir bina inşa etmek istemiş. Fakat burada bir adamın evi varmış. Adam demiş ki evimi tuğla tuğla köprünün karşısına geçirirseniz izin veririm. Mahkemeye vermiş, kazanmış. Evin tuğlaları tek tek taşınmış ve şu an İnat Evi olarak anılıyor. İronik olan şey ise adamın evi taşındıktan sonra tekrar hiç kullanmaması. Bu meydan aynı zamanda hac yolcularının toplanma noktasıymış.

Köprü ve Nehir.jpg

Birinci Dünya Savaşı’nı başlatan olay, Avusturya Veliahtı’nın suikaste uğradığı yer de bu kütüphanenin hemen yanında. (Ben orayı kaçırmışım ama önceki seferden hatırlıyorum. Fotoğraflar falan vardı.) Soykırımda kütüphane en büyük hedeflerden biriymiş. 2 milyon kitap cayır cayır yanmış, videosunu izledik.

Uzun ve yorucu bir yokuşu çıkarak Aliya İzzetbegoviç’in de mezarının bulunduğu Srebrenitsa Şehitliği’ne geldik. Yüzlerce kişinin mezarı var burada. Aliya İzzetbegoviç de Saraybosnalı olmamasına rağmen buraya gömülmek istemiş. Şehitliğin burda olmasının sebebi ise tam yanında Saraybosna fethedildiği zamandan Osmanlı şehitliğinin bulunması.

Osmanlı Şehitliği.jpg

Başçarşı’ya indik. Tepeyi inerken bir anda karşınıza o ünlü sebil çıkıyor. Ben o açıdan gördüğümü hatırlamıyorum, şaşırdım görünce. Bu sebil Saraybosna’nın sembolü olarak bilinir. Saraybosna buranın asıl ismi değil, biz niye öyle diyoruz bilmiyorum. Normalde Sarajevo, yani saray ova. Dağların arasında bir ova olduğu için böyle denmiş. Ben de bazen Sarajevo kullanabilirim yazıda, hazırlıklı olun.

Başçarşı.jpg

Burada bizi daha önce bahsettiğim 3 sene önce gezdiren Mika Abla ile buluştuk. Bize o anlattı Başçarşı’yı. Başçarşı’nın Bosna dilindeki karşılığı da aynı (Baščaršica). Çoğu yerde kart geçmiyor. Euro kullanırsanız da bazı yerlerde daha çok ödüyorsunuz, çevirmenizi tavsiye ederim.

Gazi Hüsrev Bey Vakfı tarafından yaptırılan bir kervansaraya girdik. Bu kervansarayın çok güzel bir özelliği var o da ortasındaki ıhlamur ağacıyla birlikte yazın bile serin kalması. Görenler Bursa’daki Kozahan’a benzetiyor.

Gazi Hüsrev Bey Vakfı.jpg

Ardından Gazi Hüsrev Bey Camisi’ne geçtik. Bu cami dünyanın elektrikle aydınlatılan ilk camisi olma özelliğini taşıyor. Caminin yanında Gazi Hüsrev Bey’in türbesi var. Karşıda da Medresesi var. Tiito (Yugoslavya’nın yöneticisi) zamanında aktif kullanılan tek medreseymiş. Çünkü çok kaliteli eğitim veriyormuş. Medresenin bahçesinden cami çok güzel gözüküyor haberiniz olsun. Ben fotoğraf çekmeyi çok sevdiğim için sürekli fotoğraf tüyoları vermiş olabilirim kusura bakmayınız.

Camii.jpg

Caminin biraz yakınında bir saat kulesi var. Saati yanlış gösterdiğini düşünebilirsiniz fakat bu saat ay saati olduğu için tam güneş batarken 12’yi gösteriyormuş. Hatalı değil yani. Namaz vakti dışında caminin kapısı kapatılıyor ama dışarıda yer var namaz kılabiliyorsunuz.

Camii.jpg

Caminin avlusunun hemen dışında bir çeşme var. En zevk aldığım yerlerden bir tanesi. Çeşmede iki tane musluk var. İnanılır ki bunlardan birinden içerseniz Bosna’ya tekrar geleceksiniz, diğerinden içerseniz ise Bosnalı biriyle evleneceksiniz. Ama ben tabii ki hangisinin hangisi olduğunu söylemiyorum :) Açıkça söylemek gerekirse ben de hangisinin hangisi olduğunu unutmuştum ama artık öğrendim unutmayacağım inşallah. Biz geçen geldiğimizde ben ne olur ne olmaz diyerek ikisinden de içmemiştim. Annemle babam evlenme suyundan içmişti. Sonra öğrendik ki o su o suymuş. Sonraki günlerde içtiğimiz tekrar gelme suyu demek ki işe yaramış ki annemle ben tekrar geldik.

Çeşme.jpg

Türk usulü çarşının bitiş noktasında bir anda Avrupa tarzı binalar başlıyor. Yerde “Kültürlerin Kesişim Noktası Saraybosna” yazan ve doğu ile batıyı gösteren bir pusula çizimi var (ben ne yazık ki fotoğrafını çekmemişim, başka birinden aldım). İstanbul ile Viyana arası bir adım bizim için, diyor rehberimiz. Mesela canları kahve çekince “Acaba bugün İstanbul’da mı içsek Viyana’da mı?” diyorlar. Karar veremezlerse de orada kocaman E ve W yazan yuvarlak bir tabela var, onu döndürüyorlar. Ne çıkarsa.

Pusula.jpg

Batı kısmına geçince benim çok sevdiğim renk renk binalar var. Biraz ilerleyince sağda “Yüce İsa’nın Kalbi” isimli Katolik katedralini görüyoruz.

“Yüce İsa’nın Kalbi” isimli Katolik Katedrali.jpg

Onun önünde ise yerde etrafı çevirilmiş kırmızı bir iz. Bu Saraybosna gülü. Dünyanın en uzun süre kuşatılan (425 gün) başkenti olan Saraybosna’ya atılan bombaların bıraktığı bazı izler bu soykırımın unutulmaması için silinmemiş. Aliya İzzetbegoviç’in bir sözü var: “Affedin ama unutmayın. Eğer unutursanız tekrarlanır.” Bomba izleri kırmızıya boyanmış ve etrafı da üzerine basılmasına kıyamadıkları için insanlar dikkatli olsun diye demir bir şeyle çevrilmiş. Üstüne su dökünce kan gibi görünüyor. Soykırımda ölen çocukları simgeliyor. Güller güzeldir ama ömürleri kısadır. Çocuklar da güzeldi ama ömürleri kısaydı.

Gazi Hüsrev Bey Vakfı.jpg

Batı tarafında soykırım müzesi var. Ama oraya girmek de yürek istermiş. Ben dayanamayacağımı bildiğim için girmeyi düşünmedim.

Sönmeyen Ateş.jpg

Bir de “Sönmeyen Ateş” var. Tabii savaş döneminde sönmüş ama doğalgaz ile yandığı için sürekli yanmaya devam ediyor. Bu anıt Yugoslavya’yı Nazilerden korumak için 2. Dünya Savaşı’nda Balkan milletlerinin birlikte mücadele etmesinden dolayı olayın 1. yıldönümünde yapılmış.

Batı tarafında bir tane cami var (adını bilmiyorum). Bu taraftaki tek camiymiş.

Sokak Falan.jpg

Ben size en iyisi bizim trileçe hikayesinin devamını da anlatayım. Mika Abla bizim için 7 tane trileçe getirdi; hem de normalde kafeye öğleden sonra geliyormuş, ona direkt fabrikadan getirmişler. Biz de marketten plastik çatal alıp dünki ekiple birlikte yedik caminin avlusunda.

Gazi Hüsrev Bey Vakfı.jpg

Burada Boşnak böreği, celabi (köfte), Boşnak kahvesi gibi şeyler meşhur. Biz Türkiye’de yarın kahvaltıda yemek için de börek aldık valize koyduk.

Celabi sadece et ve tuzdan yapılıyor. Dağılmasın diye de tuzunu fazla koyuyorlarmış. Soğan, pide denilebilecek bir ekmek ve kaymak ile servis ediliyor. Genel olarak yemekler tuzlu zaten Bosna’da. Boşnak böreği de sacda pişiriliyor, iki tepsi kullanılarak (çevirmek için).

Boşnak kahvesinin yanında, Bosna’daki kahve bardaklarının şöyle bir özelliği var: kulpları yok ve ortalarında bir yıldız var. Bunun sebebi, kulp tutarken baş, işaret ve orta parmaklarınızı kullanmanız. Bu işaret Sırpların zafer işaretiymiş. O yüzden Bosna’da “üç”ün o şekilde gösterildiğini göremezsiniz. Ayrıca kulp olmayınca elinizi doğal olarak “C” harfi yaparak fincanı tuttuğunuz için ay yıldız oluşuyor. Çok ince düşünülmüş.

Sebilin yanında çay 2 euroydu. TL’ye çevirmiyorum artık ben. Ama Boğaz mı Sebil mi derseniz tabii ki Boğaz yani… Gerçi burada doğru düzgün çay bulmak çölde su bulmak gibi, daha önce de söylemiştim.

Gazi Hüsrev Bey Vakfı.jpg

Bir de Bakırcılar Sokağı var. Gaziantep’tekine biraz benziyor. Hâlâ el işçiliğiyle üretim yapan dükkanlar var. Köprünün karşısından kütüphane çok güzel görünüyordu ama biz geçmediğimiz için ben düzgün fotoğrafını çekemedim. Bir dahakine inşallah. Bu arada bu 5 ülke arasında şemsiyeli sokak görmediğim tek ülke burasıydı.

Bosna’ya tekrar gelme suyundan bol bol içtim. Tabii o işin eğlence kısmı, tekrar gelmeyi isterim Allah nasip ederse. Duygu yükü yoğun bir yer, doğal güzellikleri de muhteşem. Fas yazımı okuyanlar bilirler, ben geçen sefer bir parçamı Bosna’da bırakarak dönmüştüm. Bu sefer o kadar güçlü hissetmedim; biraz yorulduk artık sanırım. Ayrıca 34 saat sonra okul başlıyor. (Şu an saat Türkiye’de 23.00, uçaktayız.) Balkanlar turu şiddetle tavsiye ediyorum hiçbiri olmazsa bile sadece Bosna’ya gelin. Ülke ülke gezenlere herhangi bir lafım yok, yanlış anlaşılmasın. Ama ben Müslümanların, ecdadımızın izlerinin olduğu yerleri gezmeyi kilise katedral kule bina heykel dışında bir şey gezmemekten daha anlamlı buluyorum. Bu yerlerin zaten Endülüs ve Kudüs dışında neredeyse hepsine vizesiz gidilebiliyor.

Ben yine diyorum ki Türkiye cennet arkadaşlar. Yani bizdeki konfor kimsede yok. Zevkli yaşıyoruz bu hayatı.

Bu da detay bir bilgi, eğer tur ile gidecekseniz İslami hassasiyetleri olan bir tur tercih etmelisiniz imkanlarınız dahilinde. Biz birkaç öyle olmayan turla gelen insanlarla tanıştık ve hep duyduğumuz “Kilise kilise geziyoruz. Milli manevi duygular hiç yok. Namazı arada derede kılıyoruz.” gibi cümleler oldu. Bazı şeyleri bir kere de olsa kaliteli yaşamak gerekiyor.

Böyleyce 1263 fotoğraf ile birlikte Balkan turumuzun sonuna geldik. Beni sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim, hakkınızı helal edin sıkmış olabilirim biraz. Bu sefer Fas’a göre bayağı fazla yazmış oldum. Gezerken yazınca böyle oluyormuş demek ki.

Bir sonraki gezide görüşmek üzere, Allah’a emanet…

Geri Dönüş Uçağı.jpg

Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu