Turumuzun üçüncü gününde otelimizden çıkış yapıp Üsküp’e doğru yola çıktık. Yaklaşık 3-3 buçuk saat sürdü. Yolda bir benzinlikte mola verdik. Reklam vermeyeceğim bir Türk markasının dondurma dolabını bulduk ve ben dondurma aldım. TL’ye çevirince 45’e denk geliyordu bence bayağı uygun fiyatı. Bizim okulda bile 55 lira. Yolda Vardar ovasını ve Vardar nehrinin çıktığı kiliseyi gördük uzaktan. Vardar isminin de rivayeti kısaca şöyle: Bir komutan askerlere su aramalarını söylüyor. Askerler döndüğünde komutan soruyor var mı su bulabildiniz mi diye. Askerler de diyor ki var ama dar. O “var, dar” da Vardar oluyor sonra. Vardar nehri Üsküp’ü ikiye bölüyor. Bir tarafta Müslümanlar diğer tarafta Hristiyanlar yani Makedonlar yaşıyor. Makedon tarafına 76 metrelik bir haç dikmişler, gece de ışıklandırmalı. Bu olaya karşılık Müslümanların da Arnavut inadı tutmuş ve 82 metrelik iki tane minaresi olan bir cami yaptırmışlar. Bu sözü daha önce Bosna’yı gezerken de duymuştum: Onlar ne kadar yükseğe haç dikerlerse diksinler Ay ve yıldız her zaman onlardan daha yukarıda olacaktır. Tüyleri diken diken eden bir söz.

Dağlar.jpg

Üsküp’teki otelimiz şehrin içindeymiş. Hemen tepesinde tarihi bir cami var. Ama biz oraya çıkmadık, hemen aşağıya indik ve orada Arasta Camisi’yle karşılaştık. Bu cami yıkıldıktan sonra temelden inşa edilmiş, eski Bursa belediye başkanının da katkılarıyla. Zaten burada çoğu yapı ya bizim belediyeler tarafından ya da TİKA tarafından restore edilmiş, destek yapılmış oluyor. Hatta işletmeyi kısa süreliğine bizimkilere verip onlara yaptırıp sonra kendileri geri alıyorlarmış.

Arasta Camii.jpg

Osmanlı döneminde yapılmış olan bir Bezisten ile devam ettik gezmeye. Hikaye çoğu yerde aynı aslında, Osmanlı eserleri gayrimüslimlerin hakimiyeti döneminde şaraphane, gece kulübü gibi amaçlarla kullanılmış maalesef. Çarşıda öyle bir iki tane daha mekan gördük. Üsküp’ün fatihi Yiğit Paşa adına yapılan kültür merkezini gördük. Burası da yine bizim belediyelerden birinin desteğiyle yapılmış. Yiğit Paşa’nın mezarının yeri uzun süredir bilinmezken sonradan tespit edilip buraya türbe yapılmış. Ayrıca mezar da bir evin altında çıkmış anladığım kadarıyla, sonra o evi yıkıp türbe yapmışlar.

Kuyumcular çarşısından çıkıp biraz yürüdükten sonra Mustafa Paşa Camisi’ne girdik. Çarşıya döndükten sonra ilk olarak Sulu Han’a girdik. Burası da bir Osmanlı eseri, şimdi devlete ait ve sergi olarak kullanılıyor. Makedonların davet, parti gibi etkinliklerini yapmalarına izin veriyorlarmış ama Müslümanlara değil. Bu da acı bir durum. Bizim yerimizde biz dışlanıyoruz.

Dağlar.jpg

Çarşıyı şöyle özetleyeyim, neredeyse herkes Türkçe biliyor. Her sokak farklı bir konsept oluyor genelde. Mesela kuyumcular çarşısı dediğimiz sokakta her yerde altın, gümüş, takı satan dükkanlar var genel olarak. Gelinlik, kaftan falan da o sokakta çok vardı; düğün konsepti gibi düşünebilirsiniz. Biz çarşının ortasındaki İsa Bey Camisinin önündeki dükkanda çay, limonata ve yaban mersini suyu içtik (her yeri dolaştıktan sonra).

Kuyumcular Sokağı.jpg

Taş sokaklardan gezmeye devam ettik. [Burada kronolojiyi karıştırabilirim] 2 yıl önce TRT1’de yayınlanan Balkan Ninnisi adlı dizinin çekildiği dükkanı gördük. Dizide köfteciydi, karşısı da kasaptı. Ben önce hocanın gösterdiği yerin önündekileri zannetmişim, Zeynep isimli bir arkadaşıma attım o da tanıyamadı doğal olarak. Sonra akşam tekrar gezerken yanlış yerin fotoğrafını çektiğimi fark ettim ve doğru yeri buldum. Şu an turkuaz renkli bir kafe yapmışlar, karşısı da turuncu bi dükkan. (Eski) köfteci dükkanında akşam hayatımın en güzel cheesecake’ini yedim. Harika bir deneyimdi şiddetle tavsiye ediyorum yolunuz düşerse. Fiyatları da gayet uygun bir tatlı iki kahve iki bardak su 280 ₺’ye denk geldi. Bizim mahallede sadece iki kahveyi bu fiyata içiyoruz.

Taş Sokaklar.jpg

Biz ilk gezerken ben biraz hayal kırıklığına uğramıştım, Üsküp’ü sevememiştim. Ama sonradan annemle kendimiz gittiğimizde gerçekten zevkle gezdik. Özellikle akşam lambalarla ışıklandırmalarla ambiyans çok bambaşka, muhteşem.

Gezdiğimiz yerlerden (gündüz, ilk) devam ediyorum: İki tane Osmanlı’dan kalma hamam gördük. Üsküp Kalesi’ni gördük. Büyük İskender’in, babasının, annesinin falan saçma sapan heykelleri var film seti gibi (ben diziden dolayı da öyle bakmış olabilirim). Balkan Ninnisi’nin ilk sahnesi olan tren garı binasını gördük şu an farklı bir amaç için kullanılıyor. Tiyatro olduğunu duyduğumu hatırladığım bir bina var sol tarafta. (O tren garı dediğim sağdaydı.)

Sonra 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet anısına yaptırılmış olan Taş Köprü’den geçtik. Harika bir eser, Üsküp’ün hatta Makedonya’nın simgesi diyebiliriz. Bu köprünün kullanılmaması için çok uğraşılmış, sağına soluna başka köprüler yapılmış. Soldaki köprüde yine bir sürü saçma heykeller var. Sağdaki kendi başına bir saçmalık. Saatte 20 kişi falan geçiyordur herhalde. Her şeye rağmen tabii ki Taş Köprü popülerliğini koruyor, en kalabalık köprü. Bu köprü çok uzun süre kapatılarak iki taraf arası geçiş engellenmiş. Türk tarafındaki ekonomik sıkıntıların en büyük iki sebebinden biri bu. Diğeri ise Yunanistan ve Macaristan’ın Avrupa Birliği’ne dahil olması. Şöyle örnek vereyim; eskiden iki dükkan sahibi oturup sohbet ederken “Hadi İstanbul’a gidelim alışveriş yapalım” deyip arabaya atlayıp İstanbul’dan alışveriş yapıp gelebiliyormuş.. Ama araya vize isteyen ülkeler girince uçakla gidilip gelinmek zorunda kalınmış ve bu da yolculuğa verilecek paraya değmiyormuş. Bu da ciddi manada ticarete zarar veren bir durum olmuş, dükkanlar 15.30 gibi kapanmaya falan başlamış. Burayı Türkiye’den gelen turistler canlandırdı diyorlar. Haliyle Makedonya’nın Avrupa Birliği’ne girmesi gibi bir durumda da ciddi ekonomik durgunluk olurdu bence çünkü Türkiye’de yeşil pasaportu olmayan birçok insan da buraya geliyor, biz gibi.

Arasta Camii.jpg

Köprünün üzerinde bir namazgah var. Bu “kaza” adı altında yıkılmış ama sonradan tekrar yapılmış. Rivayete göre Üsküp’e gelen askerler Vardar nehrinden abdest alıp kıbleye dönerek namaz kılmış. Bu da onu simgeliyor (özet). Köprüden karşıya geçince kocaman bir heykel görüyorsunuz. Bu atın üzerindeki İskender’in heykeli. Nehrin kenarında başka kişilerin heykelleri de var. İstanbul’daki Ayasofya Camii (Kilisesi)’ni inşa ettiren adamın heykeli bunlardan biri.

Sokak.jpg

Çarşının en sevdiğim kısmı aradan minare çıkıyor olmasıydı sanırım. Huzur verici bir manzara. Dönerken şemsiyeli bir sokak gördüm. Fotoğrafını çekip “Üsküp, Makedonya” yazarak paylaşmıştım. Bi arkadaşım “Kızılay, Ankara” diye cevap yazmış. Ne kadar neşeli insanlar var maşallah :) Tabii Konya’ya değinmeden olmaz. Konya Meslek Edindirme Kursları (KOMEK) diye dernekimsi bir şey var, onun şubesini gördüm. Bizim belediyelerin de maşallahı var.

KOMEK.jpg

Akşam yemeğinde buranın ünlü kaşarlı köftesini ve güveçte kuru fasulyesini yedik. Köfte güzel sayılırdı ama önceki gün otelde daha güzelini yemiştik. Üsküp’te yediğimiz kahvaltı tabağı büyüklüğünde bir şeydi. Ye ye bitmiyor. Bir de trileçenin asıl çıkış yeri Üsküp’müş bildiğim kadarıyla. Bizim yemekten sonra yediğimiz öyle aman aman bir şey değildi, üstünde de ıspanak mı bezelye mi diye konuştuğumuz bir toz vardı (Antepli bir abi bunun fıstık olmadığına eminim dedi). Biz de 3 sene önce trileçesi annemin çok içinde kalan Saraybosna’daki tatlıcıda telafi etme umuduyla başka bir yer denemekten vazgeçtik. Velhasıl akşamdan itibaren Üsküp’ü sevmeye başladım. Makedonya benim için güzel geçti.

Sokak.jpg

  • Hikayenin buradan sonrası opsiyoneldir, ister okuyunuz ister okumayınız.

POV: Paranla nasıl rezil olursun Bir ön bilgilendirmeyle başlıyorum: biz 5 ülkede bulunacağımız için euro’yu en baştan ülkelerin para birimlerine çevirmedik. İlk 2 gün Makedonya’da hep euro harcadık ya da kart ile alışveriş yaptık. Cheesecake yediğimiz kafede de 420 dinar tuttu. Bizim dinarımız olmadığını söyledik, 10 euro verdik. Bir euro da 60 dinar oluyor yaklaşık. 420’yi 60’a bölünce 7 çıkıyor. Bize 3 euro’ya denk gelen 180 dirhem getirdi adam. Biz de ertesi gün Makedonya’dan ayrılıyoruz, gidince bir işe yaramayacak. Annem dedi ki o zaman bunları harcamamız lazım. Her türlü kombinasyon üstüne tartıştık. Yeni nesil matematik sorusu gibiydi gerçekten. Magnet mi alsak, magneti ne yapacağız… Çay mı içsek limonata mı içsek, ama daha yeni tatlı yedik kahve içtik. Sonra biz çaycıya oturduk dedik çaydan başlayalım. 30 dirheme çay içerken annem hâlâ hesaplama yapıyor. Bi de iki tane limonata alsak 50 kalıyor geriye. Annem o parayla su almayı bile düşündü. Bu niye saçma, çünkü daha önce de dediğim gibi Balkanlarda her yer tatlı su çeşmesi. Şişeniz varsa dolduruyorsunuz. Bizim otelin bahçesinde de çeşme vardı. Yani kısacası su almak kadar mantıksız bir şey yok. En son annemi 50 dinarı hatıra olarak saklamaya ikna ettim ve ellişer dinara iki tane limonata alıp hayatımıza devam ettik.

Dağlar.jpg

Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu Balkan Turu